30 Temmuz 2009 Perşembe

Hani Vatan

Asırlardır gölgesinde yaşadığım bayrağım
Onca şehitlerimin emenetidin sen bana.
Asırlardır Türk’ün dediğim toprağım
Hani vatan....

Türk’tük Müslüman’dık şimdi bize ne oldu
Ne Türk kaldı ne İslam,Anadolu’da kayboldu
Bayrağım düştü, piç vezir; bu millet rezil oldu
Hani vatan…

Peygamberler ocağımda kurdular cadı kazanı
Meğer neymiş bu ocak,haini düzen bozanı,
Hain bellediler bayrağıma kanıyla önce vatan yazanı
Hani vatan…

Şehit oldular nice evlatlarımız dağlarda it peşinde,
Ne buldunuz İmralı köpeğinin geçmişinde.
Ulusa sesleniş yapacakmış ağustosun onbeşinde
Hani vatan…

Tc. Kürt devleti diyorlar,TÜRKİYE CUMHURİYETİNE
Ulan bir senmi varsın,ne olmuş diğer Tc.Züriyetine
Lazına, Gürcüsüne,SENİN DEYİMİNLE MOZAĞİNİNE
Hani vatan…



Askere övgüyü neden suç bildiniz
Hain dediniz darbeci dediniz bir kalemde sildiniz
Vatan için ölene yan gelip yattı dediniz
Hani vatan….

Vura vura meclisime girdiler
Demokrasi adınamı şehitlerime sövdüler
Her şehit verişimde davul zurna çaldılar
Hani vatan…

Şimdi açılım diyorsun,dağdakine iş
Bu milletin aç iken, üstelik af; bu nasıl iş.
Hain olmak lazımmış demekki,boşuna serzeniş.
Hani vatan


Erdinç Sert

HAİN Mİ OLALIM?

Sabah bir yazı okudum bir gazeteden. İktidar partisine mensup bir milletvekili, hükümetin Kürt açılımı hakkında bilgi vermiş. Yazının başlığı şuydu: “Dağdan inene iş”. Ve şöyle devam ediyordu:

“Ankara, Kürt sorununda yol haritasını İmralı'dan önce açıklamaya hazırlanıyor. AK Parti'nin Kürt Poliitikasında etkili isimlerinden İhsan Arslan, radikal çözüm reçetesini açıkladı.”

Neler varmış bu çözüm reçetesinde bakınız: Dağdan inene iş imkanı, oğlu dağda ölen aileye para yardımı… Gerisine gerek yok artık. Yuh dedim bunları okuyunca. Türkiye’de vatan millet aşkıyla yanan o kadar işsiz varken vatana ihanet eden adamı affedip bir de iş vereceksin.

Yıllardır sorun işsizlik ülkemde. Türkiye’mizin her bölgesinde işsizlik sorunu var. Ben Karadenizliyim, varın bakın Karadeniz bölgesinde köylerde genç kalmış mı? Hepsi iş ve aş için köyünü, doğduğu yeri terk etmiş, şehirlere göçmüş, bir yerlerden tutunmuş hayata. İş bulamayanlar da vatanına, milletine, devletine, bayrağına karşı gelmemiş. Hiçbirisi memlekette iş yok diye dağa çıkmamış, isyan etmemiş.

Devletin işsiz Karadenizli gençlere iş vermesi için onlar da mı dağa çıksın? Onlar da mı hain olsun? Namuslu, dürüst, vatansever vatandaşın suçu ne? Haine ödül neden?..

Hep kızmışımdır devletin bu yaklaşımına. Şimdi hala var mı bilmiyorum ama bir zamanlar gecekondulara tapu dağıtırdı devlet. Bu ne demektir biliyor musunuz? Ben devletin hazine arazisine namuslu vatandaş olduğum için gecekondu yapmıyorum; ama birileri benim yapmadığımı yapıyor, gidip hazine arazisine gecekonduyu dikiyor. Sonra devlet buna tapu veriyor. Namussuzluğu teşvik ediyor. Ben devlete saygımdan hazine arazisini işgal etmediğim için ağzım açık bakıyorum.

Bakınız bir olay anlatayım, yedi sekiz yıl önceydi. Eşim ve oğlumun nüfus cüzdanları kaybolmuştu, o yaz memlekete giderken yaşadığım şehrin mahalle muhtarından yeni nüfus cüzdanlarını çıkarmak için gerekli belgeleri aldım. Tatilin son gününe doğru ilçeye gidip kimlikleri değiştirmek için nüfus müdürlüğüne girdim.

Memura evraklarımı verdiğimde “Olmaz!” dedi, “buradaki muhtarından onaylı olacak bu belgeler.” “Yahu ne fark eder, ikisi de aynı evrak, sadece muhtar ismi farklı. Şimdi ben nereden bulayım köy muhtarını?” deyince bir atışma başladı aramızda, olurdu olmazdı diye. Kızdım, bağırıp çağırıp indim aşağı. Bir akrabanın dükkanına girdim, bir çay söyleyip kızgınlığımı sordu. Anlatınca, “hallederiz, sen iç hele çayını” dedi.

Çayımızı içtikten sonra çıktık bir daha nüfus müdürlüğüne. Ekrem amca sordu memura, yok mu bunu halletmenin bir yolu, diye. Cevap ilginçti. “Bizim buradaki merkez muhtarlarından birine evrakları imzalatıp getirin, hallederiz.” Yapıştı kolumdan Ekrem amca, götürdü beni bir mahalle muhtarına, evrakları yeniden yaptırıp geldik, kimliklerimiz çıktı. Kimlikleri aldıktan sonra döndüm memura: “Bak, dedim, beni zorla sahtekarlığa ittin. Ben sana gerçek belge getirdim, sen kabul etmedin ve sahte evrak düzenlememe sebep oldun.”

Yine kolumdan tutup çekti Ekrem amca, “Yahu hocam, zaten zor bela işini hallettik, bir de iş açma başımıza!”

Hep böyle mi devlet zihniyeti? Zorla hainliğe, sahtekarlığa mı itecek bizi?

Haine dağdan inmesi karşılığında iş verirsen sormaz mıyım ben de mi hain olayım diye?


Mustafa KUVANCI

28 Temmuz 2009 Salı

Coş Türkistan

Bitsin bu zulüm,bitsin bu işkence
Hürriyet hürriyet dalgalan ey! .TÜRKİSTAN
Bitsin artık bu acı,bitsin artık bu figan
Türk/ İslam yolunda koş TÜRKİSTAN.

Kurtar Ya! ... Rabbim,ırkımı Kızıl Çin zulmünden
ŞAHLANSIN; Türk’e güç ver,kurtar zalim elinden
Ölümüne çık yola,ölümüne zafer yolundan
Dalgalansın bayrağın özgürce,çoş TÜRKİSTAN.

Nehirler kadar yolundan emin,
Zemin kaygan,zemin çamur TÜRKİSTAN
Sen Türk’sün; bir başka Tanrı gözünde senin yerin
Hür sesinle gürle çoş TÜRKİSTAN…

Rus’tu mustu derken çıkan kıvılcım,
Büyüdü alev alev yandı Türkistan.
Bu çırpınışlar bilirsin sende kaçıncı,
Özgürlüğe can,özgürlüğe kan gerek Türkistan.


Erdinç Sert

YILMAYACAĞIZ

MHP'li Vural'dan Başbakan'a "Kürt açılımı" tepkisi

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, Başbakan Erdoğan'ın Kürt sorunu ile ilgili açıklamalarına tepki göstererek "Başbakan daha geçen hafta bir çalışma başlattıklarını söylüyor demek ki yedi yıllık hükümet döneminde AKP terörle mücadelede yan gelip yatmış" dedi.

Vural, Başbakan Erdoğan'ın "Öcalanlı çözüm" öneren bazı AKP milletvekillerine yönelik "laf ola kestire başı" şeklindeki sözlerine de tepki göstererek Erdoğan'ın bu milletvekillerinin söylemlerinden değil yapılan bazı görüşmelerin afişe edilmesinden rahatsız olduğunu kaydetti. Vural, Erdoğan'ın Türkiye'nin bölünmesine yol açacak talepler karşısında yumuşak bir tavır sergilediğini savunarak " Yazık olur ülkeye diyor. Sen kimsinİ Laf ola kestire başı diyor ya, işte laf ola kestire başı"diye konuştu. Meclis'te Parlamento Muhabirleri Derneği'ni ziyaret eden MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural gündeme ilişkin gazetecilerin sorularını yanıtladı. Meclis Başkanlığı seçimine yönelik bir soruya, henüz değerlendirme yapmadıklarını, AKP'nin tavrını beklediklerini söyleyerek yanıt verdi. Meclis Başkanının tarafsız olması gerektiğini, AKP'nin tercihini ortaya koymasının ardından MHP olarak tavırlarını ortaya koyacaklarını söyleyen Vural şöyle konuştu: "AKP'de uygun aday var mı yok mu bilemiyorum. MHP olarak meclis başkanının tarafsız, yasamanın etkinliğini ve saygınlığını koruyacak bir kişi olması tercihimizdir. Bu konuda bir uzlaşma olması yasama için çok faydalı olur ancak hükümetin bu konuda herhangi bir girişimi yok. Bir arayışı da sözkonusu değil. Meclis başkanını uzlaşarak seçmesinde büyük fayda görüyoruz. AKP'nin demokrasi anlayışında uzlaşma olmadığı için böyle bir konuda bir mutabakatın sağlanıp sağlanmayacağı hususu, son derece şüpheli. Ama MHP olarak temennimiz mecliste yasama kalitesini, yasama saygınlığını, milletvekillerinin saygınlığını koruyacak bir şahsiyetin TBMM Başkanı olmasıdır. TBMM başkanı siyaset için dağıtılması gereken bir makam olmaktan çıkarılmalıdır. Kendi iç siyasi dengeleri için kullanılacak bir makam olmaktan çıkarılmalı."


"TERÖRLE MÜCADELE MAHKUM TERÖRİST AFFEDİLMEK İSTENİYOR"


Vural, bir soru üzerine Başbakan Erdoğan'ın Kürt açılımı ile ilgili yaptığı açıklamaları da değerlendirdi. Erdoğan'ın açıklamalarının terörle mücadele konusunda AKP hükümetinin yedi yıldır "yan gelip yattığı'nı ortaya koyduğunu, açıklamaların bu yönde bir itiraf olduğunu savunan Oktay Vural, "Ne açılımıİ Terörle mücadelede bir kararlılık mı ortaya koyacaklar yoksa teröristle müzakereye mi öncelik veriyorlar? Maalesef günümüzde terörle mücadele mahkum teröristler affedilmek istenmektedir. Açılım olarak gördüğümüz budur. AKP çevreleri Öcalan'lı açılım gayreti içinde. Öcalan üzerinden bir siyaset üretmek konusunda bir takım görüşmeler yapıldığına yönelik bir intibaımız var."dedi.


"ERDOĞAN SÖYLEMDEN DEĞİL GÖRÜŞMELERİN AFİŞE EDİLMESİNDEN RAHATSIZ"


Erdoğan'ın bazı AKP milletvekillerine yönelik uyarısını da değerlendiren Vural, "Sayın Başbakan diyor ki; söylem birliği içinde olmamız lazım, bir yerlerle görüşüyoruz ama bunu afişe etmeyin. Sayın başbakan bu görüşmelerin afişe olmasından rahatsızdır. Söylemden bir rahatsızlığının olmadığı ama bunların ortaya çıkmasından rahatsızlık duyduğu ortaya çıkmaktadır." dedi. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bugün "teröristbaşı'nın yapacağı açıklamaya, yol haritasına muhtaç duruma düşürüldüğünü, bunun hazin ve üzüntü verici bir tablo olduğunu da dile getiren Vural, "Bu milleti etnik kimliklere göre tanımlamak ırkçılıktır. Irkçılığı bu milletimiz kabul etmez. AKP'ye ve Başbakana bu milleti, etnik kimliklerle, ırkçı yaklaşımlarla kategorize etme fikrinden vazgeçmelerini tavsiye ediyorum."diye konuştu.


"LAF OLA KESTİRE BAŞI"


Erdoğan'ın 2005 yılında "Kürt sorunu vardır' dediğini daha sonra "Kürt sorunu değil terör sorunu vardır' dediğini hatırlatan Oktay Vural, Başbakan'ın bir sarkaç gibi savrulduğunu söyledi. Vural şöyle konuştu: "ABD'nin Irak'tan çıkış stratejisi içerisinde TC devletini ve milletini yeniden tanımlamakla ilgili bir siyasal çözüm peşinde olduğu açıktır. Barzani ve oradaki yönetimin garantör olmasını sağlayacak bir takım girişimler peşindedirler. Bu girişimler karşısında PKK'nın silah bırakması adeta bir koz olarak kullanılmaktadır. Bu konuda pis bir pazarlığın oluştuğu açık seçik ortadadır. Bir taraftan Barzani bir taraftan Talabani aracılık yapıyor, bir takım moderatörler var ve DTP'yle "terör örgütü demeyen bir partiyle görüşmem diyenler, DTP'nin ve teröristbaşının siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için adım atıyorlar. O zaman ben de diyorum ki, demek ki DTP'yle oluşturdukları "görüşmem' yaklaşımı tamamen bir takım şeylerin üstünü örtmek için kullanılan bir araç. DTP'nin ve teröristbaşının istek ve arzularını, yol haritasını bekleyenlerin bu yaklaşımı, milleti kandırma yaklaşımıdır. Sayın Başbakan bu ülkenin bölünmesine yol açacak hususlarla ilgili talepler karşısında çok yumuşak bir tavır sergilemektedir. "Yazık olur ülkeye' diyor. Sen kimsin? Laf ola kestire başı diyor yaİşte laf ola kestire başıBu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Kimse bu ülkenin birlik ve bütünlüğünü haleldar edecek yaklaşımlar karşısında bu kadar yumuşak olamaz. "


"ÇÖZÜM BÖLÜCÜLÜĞE TESLİM OLMAMAK"


MHP'nin Kürt sorununa yönelik bir çözümünün olup olmadığına ilişkin bir soruya ise Vural "Çözümümüz bölücülüğe teslim olmamak, terörle mücadele etmektir. Terörden şikayetçiysek, terörü yapanların hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde bundan vazgeçmelerini sağlamaktır. Terörden vazgeçsinler biz de değerlerimizden vazgeçelim demek doğru değildir. Türkiye terörle mücadele etmemiştir. 2002 yılında terör bir tehdit değildi. Bugün teröristbaşına, yol haritasına adeta muhtaç haline dönüştürülmüş ve terör örgütünün siyasal amaçlarına ulaşması yolunda büyük adımlar atıldığı bir dönemdeyiz."diye konuştu.


"O MASA, MASADA OTURANLARIN BAŞINA YIKILIR"


Terörle mücadelede çözümün "masa kurmakla' olmayacağını da ifade eden Vural, "O masa masada oturanların başına yıkılır. Terör gül dağıtarak bitmez. Terörle mücadele edeceksiniz. Suç örgütleriyle mücadele etmek için o örgütlerin hak ettiği cezaya kavuşturulması gerekir. Yani darbecilerle mücadele etmek için darbeye teslim mi olmak gerekir?"dedi.


"TEK PARTİLİ DÖNEMDE MİLLİ ŞEF VARDI ŞİMDİ GAYRİ MİLLİ ŞEF VAR"


Hakim ve savcılar kararnamesi konusunda yaşanan krizi de değerlendiren Oktay Vural, yürütmenin yasama ve yargı üzerinde hakimiyet kurduğu bir tablo ile karşı karşıya kalındığını söyledi. Vural, "Yargı üzerinde yürütmenin pazarlık yapıyor görüntüsü bu ülkeye yakışmıyor. Bu tartışmaların kamuoyunda bu kadar derinleşmesi hukuk devletine yakışmıyor. Sürekli kararname kavgaları Hükümetin bu süreci hakim ve savcılar yüksek kurulu ile arasında bir çekişme gibi ortaya koyması hem yargının bağımsızlığını, yargıya olan güveni zedeler." dedi. Türkiye'nin tek partili dönemdeki gibi yönetilmek istendiğini de kaydeden Vural "O zaman milli şef vardı şimdi de karşımızda gayri milli şef var." dedi.

İlk açılım Özal zamanında olmuştu..




Demokratik çözümün gerekliliğine inanan Turgut Özal, ilk açılımını “Benim anneannem de Kürt’tü” cümlesiyle yaptı. Kürtçe eğitim ve yayın da ilk kez Özal döneminde gündeme geldi..
Başlarken...
Terör, PKK, Güneydoğu, Kürt sorunu... Adını bile koyamadığımız 'bu sorunla' 25 yıldır yaşıyoruz... Türkiye'nin sırtında taşıdığı büyük yük her iktidarın öncelikli gündem maddesi oldu. 1983'te ANAP'la iktidara gelen, 1989'da Türkiye Cumhuriyeti'nin 8'inci Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal, çözüme en çok yaklaşan isimdi. Ancak 17 Nisan 1993'te beklenmeyen ölümüyle, kafasındaki projelerin önemli bir kısmı da hayata geçemeden yarım kaldı. Bugün 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, "Türkiye halkını" rahatlatacak çözüm arayışında... Gül, Kürt sorununun çözümündeki kararlılığın sinyalini Mart ayında İran'a giderken verdi. "Bekleyin, iyi şeyler olabilir" sözü geçen hafta Prag dönüşündeki, "Çözüme hiç bu kadar yakın olunmadı, fırsat kaçırılmamalı" sözleri ile daha bir anlam kazandı. Gül'ün açıklamaları ile hafızalarda bir anda Özal dönemi canlandı.

12 Eylül askeri müdahalesinden sonra iktidarı devralan Özal, bir yıl sonra PKK sorununu kucağında buldu. "Bir avuç Şaki" söylemiyle önce, bir dizi güvenlik reçetesi denendi. Olağanüstü Hal Bölgesi (OHAL) uygulamasına, koruculuk sistemine rağmen terör eylemleri bitmek bir yana daha da arttı, kangrene dönüştü. Özal, gidişatı fark etti ve dümeni demokratik açılımlara çevirdi. Yeni rotadaki ilk çıkış, "Benim anneannem de Kürt'tü" oldu. Özal artık, "Terörle mücadelede 'en şahin' benim. 21. asırda çözüm sopayla olmaz, özgürlük, diyalog ve iknayla olur" diyordu. Kürtçe'nin serbest bırakılması, Kürt varlığının tanınması Özal'ın gündemindeydi. Bu kapsamda Kuzey Irak'taki Kürt liderler Talabani ve Barzani ile gayri resmi temaslar başladı. SHP kontenjanından parlamentoya giren Kürt kökenli DEP milletvekilleriyle çözüm arayışı hızlandı. Özal'ın bilgisi dahilinde terör örgütü PKK'nın baş aktörü Abdullah Öcalan'la Bekaa'da yapılan ve ateşkesle sonuçlanan görüşme tarih sayfalarındaki yerini aldı. Kürtçe ile ilgili ilk açılım da yine Özal döneminde geldi. Kürtçe kasetler serbest bırakıldı. Hatta Kürtçe TV ile Kürtçe eğitimin fikir babası da Özal'dı.

LOBİLERLE MÜCADELE

Özal'ın Kürt sorununa yönelik projesi efsaneye dönüştü. Özal'a yakın isimlerden ANAP'lı Mehmet Keçeciler, o dönemi anlatırken "Özal, PKK ve terör konusundaki icraatlarını yaptı ve bitirdi. Kürtçe kasetleri serbest bıraktı. Eve dönüş yasaları çıkardı. Bunlar bizim metotlarımızdı" diyor. "Ermeni ve Rum lobisi ASALA'nın yerine PKK'yı ikame etti. PKK meselesi yurtdışından kaynaklandı" iddiasını dile getiren Keçeciler, Özal'ın bu sorunla mücadele yöntemini şöyle anlattı: "PKK terörü Ermeni- Rum lobisinin dirilttiği beladır. Özal da bunun için sorunu dışarıda çözüyordu. Bizim dönemimizde Rum ve Ermeni lobisini dize getirdik. Bunu Yahudi lobisi ile anlaşarak yaptık. Böylece, PKK'nın ABD ve Avrupa'daki sesi kesiliyor, hiç konuşturulmuyorlardı." Özal'ın, PKK'nın dayattığı "federasyon" talebine yönelik tavrını ise en yakınındaki isim Kaya Toperi anlattı. Dönemin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü emekli büyükelçi Toperi, Özal'ın federasyon istediği yönündeki yorumların doğru olmadığını belirtti. "Özal, Türkiye için federasyon modelinin neden doğru olmadığının tartışılmasını istiyordu. Özal'ın çözümü, yerel yönetimlerin yetkisini artırmaktı" dedi. Toperi, şöyle konuştu: "Özal, Talabani ve Barzani'nin Türkiye'nin kontrolünde olmasından yanaydı. Kürtçe kaset onun sayesinde serbest bırakıldı. 'GAP televizyonu birkaç saat Kürtçe yayın yapsa iyi olurdu' dedi ihanetle suçlandı. Özal, bölgeye ziyaretinde vatandaşın birine 'Kürtçe ders veren üniversite kursam oğlunu buraya gönderir misin?' diye sordu. Vatandaşın, 'Hayır' yanıtı karşısında Özal, tekrar sordu; 'Neden?' Vatandaştan, "Nereden iş bulacak?' yanıtını alınca da 'Görüyorsunuz, bölge halkı Türkiye'den ayrılmayı düşünmüyor' yorumu yapmıştı."

TERÖRÜN FATURASI

Terörle mücadeleyle geçen 25 yılın Türkiye'ye faturası ağır oldu. Aradan geçen süre içinde terörle mücadelenin parasal boyutu 300 milyar doları buldu. TSK'nın verilerine 4 bin 970, bin 335 köy korucusu şehit oldu, binlerce vatandaş yaşamını yitirdi. PKK'nın kaybı ise 40 bine ulaştı. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, 14 Nisan 2009'daki yıllık değerlendirmesinde şunları ifade etmişti : "1993'te toplam iç güvenlik olayı 5717, şehit sayısı 538, hayatını kaybeden vatandaş sayısı 1479 iken; 2008'de toplam iç güvenlik olayı 1602'ye şehit sayısı 138'e hayatını kaybeden vatandaş sayısı ise 51'e inmiştir."

17 YILDA NELER DEĞİŞTİ?

* Terör sorunu vurgusu, Kürt sorunu gerçeğine dönüştü.
* Kürtçe kaset tabuyken bugün devlet kurduğu Kürtçe TV kanalından çeşitli lehçelerde yayın yapıyor.
* 'Kart, kurt, Kürt" anlayışından 'Türkiye halkı' tanımına geçildi.
* Eve dönüş, etkin pişmanlık projeleri derken, bugün artık kapsamlı af tartışılır oldu.
* Bağımsız Sosyalist Kürt Devleti iddiasından, üniter yapı içinde çözüm talebine gelindi.

MEHMET BARLAS: ÖCALAN'IN ELE GEÇİRİLMESİ ZİYAN EDİLDİ

Özal'ı çok yakından tanıyan SABAH Gazetesi Başyazarı Mehmet Barlas, o günden bugüne çok şeyin değiştiğini şöyle anlattı: "O gün Öcalan Suriye'deydi, bugün İmralı'da. Irak'ta Saddam vardı, özerk bir Kürt oluşumu yoktu. Özal'ın ilkesel yaklaşımı terörle sonuna kadar mücadeleydi. İkinci söylediği ise Kürt meselesini ele alırken 'özgürlük ve demokrasi içinde ele almak lazım, bu da diyalogla olur' diyordu. Ama Özal PKK ile değil Talabani ve Barzani ile diyalog yolunu seçti. Onları yanına alarak, PKK'yı izole etmeyi denedi. Federasyona karşıydı ama konuşalım, tartışalım diyordu." "Öcalan Türkiye'ye teslim edildiğinde farklı bir şeyler yapılabilirdi. Koalisyon hükümetleri döneminde etkin kararlar alınamadığı için Öcalan'ın ele geçirilmesi ziyan edildi" diyen Barlas, siyasal çözümün gerekliliğinin altını çizdi. Barlas, sorunun sadece güvenlik stratejileriyle çözülemeyeceğini, 'Kürt devleti fobisinden' kurtulmak gerektiğini söyledi.

SAKIK: GENEL AF İLAN EDECEKTİ

Özal, PKK'ya yönelik genel af hazırlığını Çankaya Köşkü'nde DEP'li milletvekilleriyle paylaştı. Tarihi görüşmenin perde arkasını olayın tanıklarından DTP Muş milletvekili Sırrı Sakık şöyle anlattı: "Özal, PKK'nın komuta kademesini de kapsayacak bir formül üzerinde çalışıyordu. Bizi Şam'a Öcalan'la görüşmeye bizzat kendisi gönderdi. 'Ateşkesi uzatın' mesajı iletti. Bize, 'Partiniz dışındaki bölge milletvekillerini de sürece katın' dedi ancak onlar uzak durdu. Özal, Kürt kimliği ve kültürünün güvenceye alınmasını ve riski de alarak çözmek istiyordu. Ne yazık ki ömrü kafi gelmedi. Acaba!"

“Açılım” İkilemi - PKK Tuzağı

PKK yeni “Barışçı çözüm açılımı” hususunda, bende, önseziden öte bir kanaat oluşuyor. DTP/PKK, sinsi bir strateji uygulamakta; PKK terör devam edecek ve devam ettirildikçe, Türk devleti- Türk halkı bezdirilecek… “Silahla bir yere varılmıyor” kanaatine vardırılacak! İstedikleri bu “kıvama” gelmekteyiz; Murat Karayılan’ın “barış önerisine” itibar etmek, onu muhatap almak, bunun işareti.

Yakın zamana kadar, her şehit cenazesinde PKK’ya karşı, öfkemiz, mücadele azmimiz, artardı… Şimdi hissediyorum ki, toplumda, bu hırs azalıyor ve bezginlik hâkim oluyor.

Dün de altı yeni şehit haberi geldi; gene yandık, öfkelendik, ama galiba, aynı zamanda da bezginlik arttı…”Dursun artık bu kanlar bu şehitler” diyoruz… Ama nasıl?

BAYKALIN AÇILIMI

CHP lideri Deniz Baykal da, sureta bir “kıvama” geldi – “açılıma” katıldı.

“PKK'nın dağıldığı, dağdan indiği, bir daha teröre kalkışmayacağı ortaya çıkarsa elbette o zaman gerekli siyasi, insani ve hukuki adımlar atılır” yani “af” düşünülebilir” diyor.

Baykal, hepimiz gibi, bu sorunun çözülmesini samimiyetle ister. Ancak, anlaşılan onun zihninde de, toplumun -medyanın kafasında da bir ikilem var: “Önce silâhlar mı susmalı ve bırakılmalı, yoksa teröristi bunu yapmaya zorlayacak af gibi hukuki yöntemlere mi, başvurulmalı… Öncelik hangisinde olmalı? PKK-DTP, yutturmaca taktiği de burada.

TÖHMET

Baykal, PKK’nın, silahları asla bırakmayacağını- bırakır gibi yapıp, bırakmayacağını, herhalde çok iyi bilir. Ama belki de bu “olmayacak duaya” bile bile “âmin” diyor. Çünkü ortam o ki, bu “açılıma” karşı çıkanlar, “barışa engel olmakla” suçlanıyorlar. Maalesef TSK' de, bu töhmetin altında kalmak istemiyor!

TAKTİK HATASI

Ancak tam bu sırada PKK/DTP, ”barış stratejisini” yürütürken, iki büyük taktik hatası yaptı. Askerlerimizi öldürmeye devam etti. Bu eylemler Türkleri bezdirmek amaçlarının bir parçası. Muhtemelen aksi tesir yapacağını hesap etmediler.

FOYA

Fakat daha büyük hataları, Murat Karayılan’ın TİMES yazarına söyledikleri. bu iki başlı Karayılan diyor ki; “Kürtler savaşa devam etmek istemiyorlar. Kürt sorununu daha fazla kan dökmeden çözülebilmesi için, …Türkiye, kendi yerel parlamentomuzu kurmamıza izin versin”…

Yani önce APO’yu da kapsayacak “genel af” sonra Türkiye’nin, eyaletlere bölünmesi! Her halde, Botan eyaletinde (Eski Diyarbakır) Kürt Parlamentosu!

Ve Karayılan diyor ki, PKK militanlarına “1 Haziran’a kadar pasif savunma içinde bulunmaları emrini verdim. Bir savaş var. Hem Türk, hem de Kürt halkları bundan zarar gördü. İki tarafın da birbirini affetmesi gerekiyor. Buna herkes, Öcalan da dâhil olmalı… Türkiye, iki yoldan birini seçmeli. Eğer bizim barış teklifimizi seçmez ve bize saldırmaya devam ederse, tabii ki biz de elimizden gelen tüm imkânlarla kendimizi savunuruz. Buna, misilleme de dâhildir. Türkiye sonunda PKK’nın Kürt soruna çözümün gerçek parçası olduğunu kabul etmek zorunda”.

EKO

Bu sözlerin aksi sedası, içerden-Ahmet Türk’ten… O da altı şehidimizin ardından timsah gözyaşları döküyor “İnsan yaşamını sona erdirmeye yönelik eylemleri tasvip etmedik. Haftalardır askeri operasyonların durmasını söylüyorduk… Ancak bu olmadı… Her kim ki demokratik bir çözümden yana ise, elini tetikten çekmelidir…”

Ve Ahmet (nasıl-neden)Türk, bunları söylerken, eş başkanı Aysel Tuğluk açıkça, “ PKK bizim tabanımızdır” diyor ve DTP'liler, APO ile işbirliği halinde oldukları için tutuklanıyor! Gördünüz mü “aba altından sopa göstermeyi” ve “Vehbi’nin Kerrakesini” ! Barışçı Çözümün" nerelere varacağını?

Herhalde “Cumhurbaşkanının, “olacağını vaat ettiği iyi şeylerin” TC ve Türk Milleti için, hiç de iyi şeyler olmayacağı anlamalıdırlar! Anlamadılarsa ve “açılıma” devam ederlerse bu da, gafletten öte bir şey olur!

PKK, Türkiye Cumhuriyetine karşı mücadeleden vazgeçer mi? Hem de ülkenin “Ergenekon kapsamında” bölünmüş olduğu - en zayıf zamanında! Ve Büyük Kürdistan” gerçekleşirken!

Tabii "Barış" ama nasıl bir "Barış” ve ne pahasına? Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan, önce bu sorunun cevabını vermeli ve sararan kırmızıçizgilerin, nereye kadar geri çekileceğini söylemelidirler. Bu çizgiler, sakın, Ankara’da, Barzani’nin, Talabani’nin, ayaklarının altına serilecek kırmızı halılar olmasın!


Altemur Kılıç

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Ve bir Millet rüyada ya…

Hayal bu ya... Yazdır E-posta
Yazar CAN KARAKULAK
Cumartesi, 30 Mayıs 2009
Image

İşte yurdum insanının yolculuk sırasında Ankara’dan geçerken gördüğü düş kurduğu hayal… ;)

Var ya…
Ben bir bakan olsam…

Tam o sırada bir GSM operatörüne el koyup sonrada satışa çıkartsa devlet…

Kızımı yollasam kahve içmeye…

Kahve içerken tesadüfen alıcılarla tanışsa… Ama tesadüfen(!)…

İtalyanlar alsa o satışa çıkan GSM operatörünü…

‘’Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırını’’ o an nakite çevirsem…

Var ya…
Ben bir bakan olsam…
Vergiyi bir günlüğüne indirsem…
Sonra oğlum mısır getirse…
Tavuklar için ha...
Tavuklar mısır yiyip bol bol yumurtlasa…

Tam o sırada ‘’Kuş Gribi’’ musallat olsa tesadüfen(!) memlekete…

İtlaf etsem tüm tavukları…

Pastörize etse oğlum bizim çiftlikte sakladığımız yumurtaları…

Var ya…
O biçim para kazanırız dinime imanıma…
Var ya…
Ben bir bakan olsam
Başka hiçbir şey istemem…
Varsın kime, nereye bağlı olursa olsun…
Sadece özelleştirme bana bağlı olsun…
Maaş falanda istemem hani.

Memleketin; en büyük, en işlek, limanını ‘’uluslar arası ticaret’’ adı altında bir Yahudi firmasına satsam… Çocuklarımın şirketi de bu firmanın güvenlik müvenlik işlerini alsa…

Vergi borçlarını silsem basının ya da RTÜK başkanının fenerini söndürmesem o da basını kapatma ile yumuşatsa ve basın tek satır yazmasa, olayları halka yansıtmasa…

Var ya hele bir de Başbakan olsam…
Kızım memleketin zenginlerinden birinin oğluna âşık olsa…

Gençler birbirini sevmiş bize söz düşmez diyerek evlendirsek onları…

Maşallah damatta çok çalışkanmış canım diyerek memleketin el konulmuş konulmamış tüm yerlerini Albayrak altında onlara satsak…

Oğluma koca bir gemi alıp kâğıt üzerinde ve dilde gemi-cik göstersem…

Tam bunlar insanlara kötü şekilde yansıyacakken türbanı gündeme getirsem ve insanları en can alıcı yerinden fethedip sözün dorusu ile kandırıp uyutsam, gündem bir anda değişse dengeler alt üst olsa…

Sonra yine iktidara gelsem daha iyi kadrolaşsam onlar üzerinden geçinsem bir de…

Maaş falanda istemem ben hani yine…
O biçim para kazanırım…

TOKİ’ YE girerim… İstanbul’u yedi kocalı Hürmüz’e çeviririm, parsel parsel satarım her yeri ruhsat falan tanımadan…

Geçmişe sünger çekip,minareler süngüm, kubbem miğferim sözünü unutup, koca metropoller haricinde küçük Anadolu ilçelerinde bile minareleri saklayacak gökdelenler diksem (modern çağa ayak uydurma adı altında ) sonra onları da kadrolaştıklarımın üzerine alsam…O biçim para kazanırım he..

İki edebi söz ile iki göstermelik icraat ile herkesin gönlünde taht kurmuş birisi olarak;

Yoluma devam etsem…

Milletin gevşekliğinden cesaret alıp, çıkıp biz ülkemizin en iyi pazarlamacısıyız desem…

Sonra millet kan ağlasa çıkıp diklenen olsa, azarlayarak hatta analarını da karıştırıp yanımdan kovsam… Bir türlü beraber yürüyemediğimiz o millet hala padişahım çok yaşa dercesine beni savunsa… Bende durmak yok yola devam deyip coştursam onları içimden gülerek canım koyunlarım desem…

Bir de Cumhur tuttursam kankamı o da yaptıklarıyla beni gölgede bıraksa…

Hatta kızını verse o GSM operatörlerinde ismi geçenlere…

Acayip ticaret yaparız millet de mübarekler der hem dua hem para o biçim kazanırız he…

Ben bir bakan olsam var ya…
Daha ne isterim?

Gündemi kimlikle örtbas ederken kanunlar değiştirir, terörle mücadele eden güvenlik görevlimin canının değerini 10 YTL yaparım… Kalan parayı çoluk çocuk hayrına cebime atarım, o cebimdeki parayla Doğu’daki kardeşlerimin çocuklarına oyuncak dağıtır karşılığında aşiret ağalarından oy dilenirim sonra daha çok oy istemek için koruculuk sistemini gündeme getirir bu aşiretin işsiz güçsüz adamlarını oy karşılığı korucu yaparım…

Of ulan of…

- Hop hemşerim uyan geldik…

- Ne sayıklayıp duruyorsun…

- Ne alıp veremediğin var mübarekle(!) rüyana bile girmiş böyle…

- Bak tren Davos’u bile geçti…

- Uyan hemşerim uyan…

- Yahu ne güzel rüyaydı ya…

- Niye uyandırıyorsunuz be…

- Memlekette hayali ihracat, ithalat yapmak serbestte, hayal kurmak mı yasak…

sevmek cok zormuş...

sevmek kim sen kimsin!!!!!!!

Aşk, Dostluk ve Güven...

Photobucket

Bir zamanlar üç arkadaş varmış... Aşk, Dostluk ve Güven...
Üçü birarada oldumu harikaymış herşey... Gün gelmiş aşkın işi çıkmış...
Eh meslek bu kolay mı? Ama dostlarından ayrılmadan önce söz vermiş onlara. Beni özlediğinizde gelin demiş uzaklarda olmayacağım. Nerde gözleri arzuyla dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben ordayım. Ve ayrılmış yanlarından...

Peki demiş Dostluk Güvene madem öyle ben de yoluma düşeyim... Görev çağırır... Ama merak etme, nerde birlikte ağlayan iki insan görürsen işte beni orada bulursun...

Güven ağzını açmış veda etmek için ama Dostluk ayrılmış arkadaşının yanından onun son sözünü dinlemeden... Ve gitmiş uzaklara...
Güven sessizce içinden geçirmiş elinde olmadan... 'Beni kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız...'


Photobucket

Photobucket

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Çin Zulmü

BuyukSevdalar

 

Sitene Ekle

YÜRÜYORUM HASRETİN,ACININ ÜZERİNE...


Seviyorum Seni

 

Sitene Ekle

40 HADİS VİDEO

ADINI SEN KOY

 

Sitene Ekle

SEN SEN SEN..

 

Sitene Ekle

YAĞMUR GÜZELİ

 

Sitene Ekle

SENDEN KALANLAR

 

Sitene Ekle

SEN BU ŞİİRİ OKURKEN....

 

Sitene Ekle

GİTME...

Sitene Ekle

 

Sitene Ekle

21 Temmuz 2009 Salı

DOĞU TÜRKİSTAN VE BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ

DOĞU TÜRKİSTAN VE BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ

Ümit KÖPRÜLÜ


Galiba dış Türkler’in kaderi ister istemez aynıdır. Nitekim Kuzey Irak’ta yaşamakta olan Irak Türkleri’ne iktidare gelen tüm diktatör rejimleri’nin kullandığı yok etmek politikasının aynısını bugün Kızıl Çin rejimi, Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur Türklere uygulamaktadır. Benim tanık olduğum Irak Türkleri’nin Diktatör Saddam rejiminden gördükleri zulüm, baskı, işkence, katliam, göç ettirme ve soykırımları Çin rejimi kontrolü altındaki Doğu Türkistanlı soydaşlarımızda görmektedir.

Bir zamanlar İstanbul’da kendisiyle tanışıp görüştüğüm, 1963 yılında Doğu Türkistan’ın Ürümçe şehrinde doğan, Aralık 1978’de Çin Halkının Kurtuluş Ordusuna katılan, 1983 yılında Çin ordusundan üstteğmen olarak ayrılan, Doğu Türküstan’da bir Vilayet Vali Sekreterliği ve Kominist Gençler Birliği Başkan yardımcısı görevlerinde bulunan ve Siyasal ve Hukuk Fakültesinde öğrenim gördükten sonra, bir zamanlar da savcılık yapan Mehmet Tanrıdağıoğlu, Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın Kızıl çinlilerce gördükleri zulüm, baskı, soykırım ve haksızlıkları ayrıntılı olarak bize anlatmıştı. Arkadaşımız Tanrıdağıoğlu’nun anlattığı ışığında, Doğu Türkistan’daki mücadeleci Uygur kardeşlerimizin çektikleri acı ve çileleri, uğradıkları mezalim ve haksızlıklar, Batı Tırakya, Bulgaristan, Irak, İran ve Karabağ’daki Türklerin çektikleri ve gördüklerinden pek farklı değildir. Demek ki henüz özgürlüğüne kavuşmayan tüm Türkler’in üzücü kaderleri biri birlerine benziyerek tam tamamına aynısıdır. Dileğimiz Mehmet Tanrıdağıoğlu’nun verdiği bilgilere dayanarak hazırladığımız bu yazı dizimizle, yıllardır Kızıl Çinlilere karşı Bağımsızlık Mücadelesi veren Doğu Türkistan ve mücadeleci kahraman Uygur Halkını iyice tanıtmış oluruz.


Avrasya’nın tam kalbine oturan Doğu Türkistan, Çin Cumhuriyeti’nin kuzey batısına düşmektedir. Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Çin’le sınırları bulunmaktadır. Dört bir yönünü Altay, Pamir, Kara Koylun, Koylum ve Altın dağları sarmaktadır. Tanrı dağı Doğu Türkistan’ın tam ortasına düşerek, ülkeyi iki kısıma ayırmaktadır. Ülkede büyük sayıda havzalar bulunmaktadır, Onlardan Cunğar Havzası, Altay dağlarlyla Tanrı dağları’nın arasındadır. Bu havzanın ortasına düşen ve Doğu Türkistan’ın ikinci büyük gölü sayılan Kurban Tonğut Gölü’nün %40-50’si yayladır. Tarım Havzası ise, Tanrı dağlarıyla Koylun dağları arasında bulunan dünyanın ikinci büyük çukuru sayılan bir havzadır. Taklimakan’sa o havzanın ortasına düşen, yer ölçüsü 330 kilo metre olan dünyanın ikinci büyük gölü sayılmaktadır. Lopanur ise, Tarım Havzası’nın alt kısımına düşen bir göldür. Ayrıca Doğu Türkistan’da 300’den fazla nehir bulunmaktadır. Bu nehirlerden Tarım, Ercis, Manas, Uluk ve Könge ön sırada gelmektedir. Tarım bu nehirlerin en büyüğüdür. Aksu nehiriyle Hoten nehirinin birleşmesinden oluşmaktadır. Kuzeyden batıya doğru Lopnur Gölüne akmaktadır. Doğu Türkistan’da bulunan göllerin sayısı ise 100’den fazladır. Bu göllerin en ünlüleri ise, Bostan, Buluntokay, Sayram ve Bari gölleridir.

Toprak Zenginliği

Doğu Türkistan’ın çok büyük olan yer ölçüsü her kilo metresi 8 kişiye bölünmektedir. Doğu Türkistan’ın tarım ve hayvancılığa musait arazisinin toplamı 930 milyon dönümdür. Yani umumi toprak ölçüsünün %37’sini oluşturmaktadır. Bu arazilerin 300 milyon dönümü tarıma musaittir. Ancak şimdiye kadar tarımda kullanılan arazinin toplamı sadece 65 milyon dönümdür. Kişi başına 6 dönümden oluşan bir tarla düşmektedir. Kullanılmaya musait yayla yeri ise 760 milyon dönüm olan Doğu Türkistan’ın şimdiye kadar yayla olarak 450 milyon dönümü kullanmaktadır.

Maden Zenginliği

Bir çok madenlerin kaynağı sayılan Doğu Türkistan’nda bulunan madenler, ağır sanayilerin gelişmesi için önemlidir. 100’ü aşkın sayıda o madenler arasında kömür, petrol, demir, kurşun ve altın da bulunmaktadır. Doğu Türkistan’ın petrol ve kömürle daha çok zenginliği yıllar öncesi tesbit edilmiştir. Çin Hükümeti’nin haberine göre, geçen yıllardaki aramalar sonucu, Tarım Havzası’nın Satam, Akkal, Akmuş, Batı Dalye bölgelerinde 5 büyük petrol yatağı bulunmuştur. Çin Hükümeti zikredilen yataklardan petrolu çıkarmak için, ABD ve Avusturalya’nın en büyük şirketeriyle ortak anlaşmalar imzalamıştır. 1996 yılında Çin Hükümeti Doğu Türkistan’ın Cungar, Turpan, Kumul ve Tarım havzalarındaki petrol yataklarından toplam 60 milyon ton ham petrol çıkarmıştır. Çin Devleti’nin ürettiği 160 ton altının 72 tonu Doğu Türkistan’da üretilimiştir. Hatun Altın Ocağı Çin’in Doğu Türkistan’da kurmuş olduğu en büyük altın tesisidir. Ondan başka Altay, Manas, Göçek ve Hoytun bölgelerinde de altın ocakları vardır. Çin’in yüksek teknelojisinde kullanılan beyaz altının %95’i Doğu Türkistan’da üretilmektedir.Bugün Doğu Türkistan’da 200’ü aşkın altın, 40’ı aşkın gümüş, 40’ı aşkın kurşun ve 30’u aşkın bakır ocakları vardır.

Doğu Türkistan Nüfusu

Doğu Türkistan’da 30 milyonu aşkın insan yaşamaktadır.1949 yılına Doğu Türkistan’ın Kızıl Çin Hükümeti işgali altına geçmeden önce, toplam nüfusu 6 milyon idi. O bölgelerde yaşıyan çinlilerin nüfusu ise sadece 280 bin idi. Ancak işgaldan bu yana çinlilerin sayısının artmasıyla Çinlilerîn İktidarı da güçlenmiştir. Doğu Türkistan topraklarını Çin toprakları diye göstermek için, Çin Hükümeti her yıl yüz binlerce çinliyi o topraklara yerleştirmeye çalışmaktadır. Doğu Türkistan’daki çinliler’in nüfusu resmi kayitlere göre 7 milyondur. Birde onun yanında bölgede 5 milyonu aşkın kayitsiz çin nüfusu vardır. Uygur Türkler’in nüfusu 22 milyon 400 bindir. Bölgede birde 1 milyon ve 300 bin Kazak Türkü, 800 bin Tonganlar ( Çin asıllı müslümanlar ), 300 bin Kırgız Türkü, 150 bin Mongollar, 50 bin Tacikler, 22 bin Mancurlar, 20 bin Özbekler, 12 bin Tatarlar, 10 bin Ruslar, ve diğer azınlıklar vardır. Doğu Türkistan’da Türk soylu milletlerin nüfusunun toplamı 25 milyon civarındadır. Geri kalan nüfusu ise, Doğu Türkistana 1949 yılından bu yana göç ettirilen Türk olmayan çinli azınlıklar oluşturmaktadır.


TÜRKİSTANLILAR




20. yüzyılda dünyaya dehşet saçan ideolojilerin başında komünizm gelmekteydi. Karl Marx ve Friedrich Engels isimli iki Alman felsefecinin fikirlerine dayanan ve insanlara eşitlik, refah,adalet ve cennet vadeden bu ideoloji, Lenin, Stalin, Mao gibi zalim, diktatörler tarafından dünya tarihinin en büyük kıyım ve katliamları gerçekleştirdiler, kendilerine inananlara cennet değil, cehennem hayatı yaşattılar..

Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla komünizmin siyasi bir rejim olarak çöktüğü kabul edilse de, komünist ideoloji ve uygulamaları -gizli veya açık- hala devam etmektedir. Bugün Doğu Türkistan'da yaşayan Müslüman Türkler, hala Maocu Kızıl Çin rejiminin zulmü altında yaşamaktadırlar. Batılı ülkeler ise, Doğu Türkistan'daki insan hakları ihlallerini her zamanki gibi görmezlikten ve duymazlıktan gelmektedir.

ÇİNLİLERİN TÜRKLERE YAPTIKLARI ZULÜMLER
Çinliler, bir Türk ve İslam toprağı olan Doğu Türkistan'a " kazanılmış topraklar " anlamına gelen "Sincang" adını koydular ve burayı kendi toprakları olarak tanımladılar. 1949 yılında Mao önderliğindeki komünistlerin Çin'in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu Türkistan üzerindeki baskılar da arttı. Komünist rejim, asimile olmayı reddeden Müslümanların fiziksel olarak imhasına yöneldi. Katledilen Müslüman sayısı korkunç boyutlardaydı.
1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin; 1952-1957 arasında 3 milyon 509 bin; 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin; 1961-1965 yılları arasında 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından katledildi ya da rejimin doğurduğu kıtlık sonucunda öldü.

Halkın hayatta kalabilen bölümü ise büyük baskı ve işkencelere maruz bırakıldı. Doğu Türkistan'ın uzun süre sürgünde yaşayan merhum lideri İsa Yusuf Alptekin, Türkiye'de yayınlanan Doğu Türkistan Davası ve Unutulan Vatan Doğu Türkistan adlı kitaplarında söz konusu baskı ve işkenceleri ayrıntılarıyla anlatır.
Bu kitaplarda anlatıldığına göre, Doğu Türkistan'da halka uygulanan baskılar, Sırpların, Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Kosova'da Arnavut çoğunluğa uyguladıklarından farklı değildir. Ülkedeki Çin mahkemelerinin "ceza" yöntemleri de son derece acımasız ve vahşicedir. Diri diri toprağa gömmek, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak, iki bacağı iki ayrı öküze bağlanan bir insanı ikiye bölmek gibi "ceza" lar uygulanmıştır.

KOMÜNİZM, D.TÜRKİSTANDA’ DA UYGULANMAKTA
D.Türkistanda halen bütün hukuk metinleri ve kurumsal yapısı ile Çin Komünist diktatörlük sistemi yürürlükte. Millî bir hukukun henüz tahsis edilememiş olması bu ülkenin Çin'in sömürge egemenliği altında olmasındandır. Görünüşte Çinliler'in Uygur Özerk Bölge ilân etmiş olması dünyayı aldatmaktan ibarettir. Gerçekte hukuk ve yönetim Çin Komünist yönetiminin elinde bulunmaktadır.
Çinliler'in bu özerk bölgeye adı altında atamış olduğu millî yöneticiler aslında Çin Komünist Yönetimi'nin kukla yandaşlarıdır. Bunlara halk, Çin Komünistlerinin yetiştirdiği ‘ millî münafık ‘ diyor. Çünkü halka bir hiçbir faydaları yoktur. Doğu Türkistan halkı, her şeye rağmen Türklüğün bütün manevî şeref ve gururu ile istiklal mücadelesinden hiç bir zaman vaz geçmemiştir, geçmeyecektir.
ULUĞ- BÜYÜK TÜRKİSTAN
Doğu Türkistan, Uluğ-Büyük Türkistan'ın bir parçasıdır. Uluğ-Büyük Türkistan deyince, Batı ve Doğu Türkistan birlikte akla gelir. İşte, Doğu ve Batı Türkistan dan müteşekkil Uluğ Türkistan; 100 milyon nüfuslu Türk milletinin anayurdu olduğu gibi, insanlığın tanıdığı en eski bir kültür ve 'medeniyet merkezidir.
Uluğ Türkistan; batıda Hazar Denizi'nden, doğuda Altay ve Altın Dağları'na, güneyde Horasan, Karakurum Dağları'ndan, kuzeyde Ural Dağları ile Sibirya'ya kadar uzanan ve genişliği 5.000.000 (beş milyon) kilometre kare olan, oldukça geniş bir ülkedir .
Doğu Türkistan; Batı Türkistan’ın doğusunda ve Asya Kıtası'nın tam ortasında bulunmaktadır. Komşu ülkeleri olarak; güneyde Pakistan, Hindistan, Keşmir ve Tibet; güneybatı ve batı tarafından Afganistan ve Batı Türkistan; kuzeyde Sibirya ve nihayet doğu ve kuzeydoğuda Çin, Moğolistan gibi ülkelerle sınırlıdır. Rus-Çin işbirliği sonucu işgal edilen, bölünen ve paylaşılan Büyük Türkistan’ın doğu bölümü yani Doğu Türkistan komünist Çin işgali altındadır.
...........................................
DOĞU TÜRKİSTAN'DA ÇİN İSTİLALARI...
İkinci Bölüm
Tarihçilere ve Araştırmacılarına göre, Çinlilerin Asya’da yayılma tehlikesine kaşı Türkler tarih boyunca, Çinliler'in karşısında bir kaya gibi durmuş onların etrafa yayılmalarına engel olmuştur. Türkler'in sayesinde kuzeydeki ve batıdaki bir çok millet Çin istilasından kurtulmuş fakat,Türkler bu hizmetlerine karşılık Batı milletlerinden yardım görmek şöyle dursun, aksine onların da saldırısına, istilasına uğramışlardır.

Bugünkü komünist Çin istilası altındaki Doğu Türkistan üç defa Çin istilasınına uğramış.
Birinci Çin istilası - 1755-1865 arası
İkinci Çin İstilası – 1878-1944 arası
Üçüncü Çin Istilası - 1949 da

Büyük Türkistan 1870'li yıllarda gerçekleşen Rus istilası ile 1878 yılında gerçekleşen ikinci Çin istilası'na kadar bir bütündü. Türkistan'ın paylaşılmasında Ruslar ile Çinliler dayanışma içine girer, Türkistan’ın doğusunu ele geçiren Çin ordusunun yiyeceği Ruslar tarafından karşılanır. Batı Türkistan, Doğu Türkistan adları, bu iki yönlü istiladan sonra ortaya çıkar.
Bilinen şudur ki, dünyada hiçbir topluluk Çin istilası altındaki Doğu Türkistanlılar kadar zulüm ve katliamlara maruz kalmamıştır. Doğu Türkistanlılar kadar da yalnız başlarına bırakılmış zavallı başka bir topluluk yoktur. Çinliler '' Türk '' (Tu Cü) sözcüğünü hiç kullanmamışlar, kullanmamaktalar. Çünkü '' Türk '' sözcüğü,bütün Türk boylarını birleştiren ve tarih boyunca her zaman iktidar anlamıyla ortaya çıkan bir kavram olduğu için,Çin'in milli devlet geleneği olan '' Başkalarını birbirine karşı kışkırt ve parçala, yut '' politikasına ters düşmektedir. Çinliler'e göre, Çin işgalindeki herkes, kesinlikle Çinli olmalıdır..

KOMÜNİZM IRKÇILIĞA KARŞI ÇIKSA DA
DİKTATÖR MAO KATI BİR IRKÇIYDI
D.Türkistan’a Çin'den çok sayıda göçmen getirerek, d.Türkistan Türklerini kendi yurdunda azınlık durumuna düşürmeye çalışması Komünist Çin’in kurucusu Mao tarafından geliştirilmiş tipik bir Çin ırkçılığı uygulamasıdır. Sözde ırkçılığa karşı olan komünizm aksine Çin’nde ırkçılığı daha çok körüklemiştir. Özgürlük ve demokrasi kavramı ise Kızıl Çin'de ölüm fermanıdır. Çin polisi bir suçluyu yakalamak için bin adamı hapsetmekten, Çin mahkemesi bir suçluyu öldürebilmek için bin adama ölüm hükmü giydirmekten çekinmemekte.

Orhun Abideleri'nde yer alan Çinliler hakkındaki Türk tavsiyesi bugün de geçerliliğini korumakta. Bakın o abidelerde yer alan sözde Çinliler için ne deniyor :
'' Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş.''

Ne acıdır ki, Batı Türkistan toprakları üzerine kurulu Türk cumhuriyetleri soydaşları-kardeşleri komünist Çin zulmü altında inlerlerken onlar ile çeşitli anlaşmalara imza atarak,Çin'in dostluğunu kazanmaya çalıştılar.Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yöneticileri de Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin'i Devlet Nişanı ile ödüllendirdi.
KOMÜNİST ÇİN İBADETE DE KARŞI
Doğu Türkistan’da “ibadet hürriyeti” istedikleri gerekçesiyle binlerce Müslüman’ın katledildiği Nisan 1990 Barın Ayaklanması’nın ardından 22 Haziran 1990’da yayınlanan resmi bildiri de dinsizlik teşvik edilerek şunlar söylenmiştir:
“ Gerçek bir Komünist asla dine inanmaz... Tüm komünistlerin; Parti’ye, Sosyalizm’e ve Marksizm’e karşı gelmek için, bölücülerin “dini kullanma” faaliyetlerine karşı her zaman uyanık olmaları gerekir... Dindar olan veya dini faaliyetlere katılan bir komünist; Marksizm-Leninizm ve Mao-Zedung düşüncesinden sapmış demektir...”
……………………

D.TÜRKİSTAN’ DA DİL VE KÜLTÜR
Üçüncü Bölüm
İslâmlık öncesi Türk dilinden, en eski sözlü Türkçe'nin ardından gelen yazılı Türkçeyi Göktürk dilini ve özellikle Uygur Türkçesini kastediyoruz. İslâmlıktan önce Türkler Şaman, Buda, Mani Brahma dinlerine girmişler ve Çin, Sanskrit ve Tibet dillerinin etkisinde kalmışlardır. Bununla birlikte Türklerin bilinen ilk yazılarında (Orkun Yazıtları) pırıl pırıl katıksız bir Türkçe ve güzel bir dilin bütün özelliklerin vardır.
Ancak, İslâmlık öncesi Türk dil ve edebiyatın deyince akla Uygurca gelmektedir. Uygur Türkçe'si ve edebiyatı Türk dilinin gelişmesinde çok önemli bir aşamadır. Çünkü Uygurca bugünkü Türk lehçelerinin kaynağıdır. Türkçe'nin gelişmesi şive farklılıklarını Uygurca'dan sonra kazanmıştır. Uygurca sağlam bir Türk dili olarak sağlam esaslar üzerinde gelişmiş ve yabancı tesirlerine mukavemet etmiştir. Uygur Türkçe'si şiir hazinesi bakımından Türk edebiyatının çok güzel eserleri ile doludur.
Doğu Türkistan toprakları tarihîn en eski devirlerinden itibaren Türk yurdu olmuştur. Doğu Türkistan topraklan ya birçok Türk devletinin kurulduğu yer olmuş veya Türk Devletlerinin önemli sıklet merkezi olmuştur. Kronolojik olarak Doğu Türkistan da hüküm süren Türk Devletlerini de şöyle sıralıyabiliriz:
Hunlar, Tabgaçlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Büyük Selçuklular, Cengizhan'ın kurduğu Türk-Moğol Devleti, Timur Devleti gibi Cihan şümul Türk Devletleri kurulduğu gibi, bölgesel bir güç olarak kurulan Saidiye Devleti, Yakup han Devleti (Kaşgarya Devleti) gibi Türk Devletleri ile 1933 'te Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti, 1944 'te Doğu Türkistan Cumhuriyeti gibi Türk Devletleri kurulmuştur.
Türk Dilinin ilk lügati olan " Divan-ı Lügat'ı Türk " Doğu Türkistan'ın Kaşgar şehrinden olan Kaşgarlı Mahmud tarafından hazırlanıp Türklüğe armağan edilmiştir. Büyük Türk Dünyasının önemli bir parçasını teşkil eden Doğu Türkistan, Türk dünyasının kopmaz bir parçasıdır.
Doğu Türkistan Türkleri, komünist Çin yönetimini hiç bir zaman meşru yönetim olarak tanımamıştır.Bu nedenle her dönemde İstiklâl mücadelesine atılan Doğu Türkistan’ın istiklâli çok yakındır. İstiklâl Marşı şairimizin dediği gibi: BELKİ YARIN BELKİ YARINDAN DA YAKIN.. “
Tarih boyunca bütün Çin yönetimlerinin ortak politikalarından biri, ülkelerinde yaşayan azınlıkları ve işgalleri altında tuttukları ülkelerdeki milletleri, sindirme ve asimile etmektir. Çinli olmayanları asimile etmek Çinlileştirmek ''ÇİN'İN DEVLET POLİTİKASIDIR.''
Doğu Türkistan da sanayileşme yok denecek kadar azdır. Ayrıca mevcut sanayi işletmelerinde Türkler değil, Çin den getirilen Çinli göçmenler çalıştırılmaktadır. Doğu Türkistan geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sağlamaktadırlar.
D.TÜRKİSTAN’IN NÜFUSU- YÜZÖLÇÜMÜ
Çin yönetiminin her türlü baskısına rağmen Doğu Türkistan Türkleri, şehirlerde yaşayanlar için bir çocuk, kırsal kesimde yaşayanlar için iki çocuk sınırlamasına uymamaktadırlar .Komünist Çin ' in Türklerin nüfus artışını önlemek için yaptığı bütün sınırlamalara Türklerin uymayışının temel sebebi millî bilinçtir.
Hamile kadınların vahşi bir şekilde mecburî kürtaja tabi tutmalarına, ağır ekonomik koşullara rağmen Türklerin nüfus artış oranları yüksektir. Çin yönetiminin yaptığı baskılar, Türk nüfus artış hızını durdurmak yerine tersine nüfus artış hızını kamçılamaktadır.

Doğu Türkistan'ın nüfusu,1949 yılından itibaren Türk dünyasındaki nüfus artış oranları baz alınarak yapılan ilmi istatistiklere göre 43.210.802 olarak belirlenmiştir. Yüzölçümü ise 1.828.418 km kare olup Türkiye den 2,5 kat daha büyüktür. Başlıca şehirleri de Urümçi (Başkent) Kaşgar, Hoten,Yarkent,Turfan, Kumul, Gulca(İli), Kuça, Aksu ve Karaşehir’dir.
D. TÜRKİSTAN’IN YERALTI ZENGİNLİKLERİ
Komünist Çin’in geçmişte ve bugünkü hükümetlerine bile karışma-ilgilenme hakkı vermediği Doğu Türkistan çok büyük yeraltı zenginliklerine sahip.1934-1943 yıllarında Ruslar tarafından yapılan araştırma ve tetkiklerde; 5 yerde Uranyum, 5 yerde Volfram 13 yerde Kalay , 32 yerde Kurşun, 50 yerde toplam 18 milyon 500.000 ton Altın, 46 yerde Demir, 70 yerde Kömür, 2 yerde Cıva, 6 yerde Amonyak yatakları tesbit edilmiştir.Ayrıca 160 milyar tondan fazla 910 bin km2'lik alanda petrol tespit edilmiştir. 2.5 milyon metre küp doğalgazı ile Suudi Arabistan'dan daha zengindir.
Sadece Doğu Türkistan'ın Tarım Havzasında 74 milyar varil petrol rezervi mevcuttur. Bunda, Cungarya ve Turfan bölgesindeki zengin petrol yatakları hariçtir. Yine başka bir araştırmaya göre Karamay bölgesinde günde 170.000 varil yılda ise 1.286.000 ton petrol Çinliler tarafından çıkarılmaktadır. 160.000 ton rezervi olan bu petrol yatağı yine tamamen Çinlilerin kontrolünde olup, çıkan zenginliklerden Doğu Türkistan Türkleri kesinlikle istifade edememektedirler. 1949 YILINDAN BERİ BÜTÜN BU ZENGİNLİKLER KIZIL ÇİN TARAFINDAN SÖMÜRÜLMEKTEDİR.


TÜRK MEDYASINDA D.TÜRKİSTAN
Türk dünyasının yarası: Doğu Türkistan
Dördüncü Bölüm
Akşam gazetesi yazarlarından Güler Kömürcü yukarıda başlıkla kaleme aldığı yazısında "... Çin zulmü altında inleyen Doğu Türkistan halkının insan hakları mücadelesini Dünya Uygur Kurultayı’nın tepe isimlerinden Dr. Erkin EMET’in yorumlarıyla aktaracağım " diyor ve Erkin Emet'in yaptığı açıklamalarına yer veriyor.
İşte Erkin Emet'in açıklamaları;

" Bizlerin acısı çok derin ama bu acı Türkiye’nin ilgisizliği, Ankara’nın denge politikaları arayışı içinde bizleri, Türk kardeşlerini feda etmesi nedeniyle katlanmakta. Çin Hükümeti tüm insani haklarımızı elimizden aldı, sahipsiz kaderimize terk edildik. Özellikle 11 Eylül olayından sonra, Çin Hükümeti uluslararası terörizmi bahane ederek Uygur Türkleri’ni keyfi tutuklamaya başlamış, dini kültürel hakları ağır bir şekilde kısıtlanmaktadır. Bakın, Uluslararası Af Örgütü’nün ‘Uygurlar, Çin’in terörle savaş adına uyguladığı baskıdan kaçıyor’ adlı raporu bu konuda ne demektedir:

‘Son yıllarda Şin Cang Uygur Özerk Bölgesi’nde insan hakları ilallerinin ağırlaşmasına bazı ek faktörler de birleşerek katkıda bulunmuş ve bölgedeki Uygur nüfusunun duyduğu hoşnutsuzluğu daha da artmıştır. Yetkililerin, birçok Uygur’un ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının ciddi ve yaygın olarak ihlal edilmesine dair yakınmalarına hitap etmede yetersiz kalması bölgede bir gerilim kaynağı olarak durmaktadır. Uygurlar arasında yüksek işsizlik oranı devam etmektedir ve bildirildiğine göre, Han Çinli işçilerin bölgeye akınının sürmesi, Uygurların iş gücü pazarında daha da fazla dışlanmasına yol açmaktadır. Bildirildiğine göre, on binlerce Uygur kitabının yasaklanması ve yakılması ile Eylül 2002’den itibaren Sin Can Üniversitesi’nde birçok derste Uygurcayı eğitim dili olarak yasaklayan bir resmi politikanın dayatılması da dahil olmak üzere kültürel haklar üzerindeki kısıtlamalar da son yıllarda ağırlaşmıştır.’

Doğu Türkistan konusu, Türk Dünyası’nın kanayan yaralarından biridir. Kısacası, Doğu Türkistan dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen, belki en fakir olan ülkedir.

TÜRKİYE’NİN DOĞU TÜRKİSTAN POLİTİKASI YOK
Batı ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri, Doğu Türkistan meselesine insan hakları çerçevesinde yaklaşmakta. Bugün Çin’de Uygur Türkü demek eşittir ‘terörist’, terörist demek eşittir Uygur Türkü oluyor. Çin, Uygurlara karşı psikolojik savaş ilan etmiş durumda. Kardeş Türk liderlerini Çin’e davet edip, terörizme karşı mücadelede işbirliği yapacağız diyerek Uygurlara karşı psikolojik savaş yürütmekte. Dolayısıyla tekrar söylüyorum; Türkiye Cumhuriyeti, Doğu Türkistan meselesinde bir söylem geliştirmelidir. En azından bu meseleye insan hakları açısından yaklaşmalıdır.

WASHINGTON’IN TAVRI
Washington’da kurulan sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti ile ilgili ne düşündüğüme gelince; Washington’da sürgünde Doğu Türkistan Hükümeti ilan edildi. Bu hükümetin kuruluş zamanı beni düşündürmektedir. Bildiğimiz gibi dünyada 40 civarında Doğu Türkistan teşkilatı bulunmaktaydı. Çok uzun bir uğraş sonucunda Haziran 2004’te bütün teşkilatın çatı örgütü olan Dünya Uygur Kurultayı Almanya’nın Münih şehrinde kuruldu. Bu kurultay kurulduktan 3 ay sonra hükümetin kuruluşu pek çok Uygur Türkü’nü düşündürmektedir. Çok uğraş neticesinde gerçekleştirdikleri birlik ve beraberliği bozduğuna inanmaktadır.

Bizler için en acısına gelince; Ne yazık ki, kardeş Türk medyasında çok az yer verilmekte. Ben bir Doğu Türkistanlı olarak Türk medyalarının Doğu Türkistan meselesine daha fazla yer vermesini ve Ankara’nın en azından Doğu Türkistanlıların insan haklarına uluslararası platformda sahip çıkmasını umut ediyorum..."

RADİKAL gazetesi;
“ Talabani'ye Barzani'ye Kırmızı Pasaport
verenler Rabiye Kadir’e vize vermediler!.. “
Bir zamanlar Saddam’ın baskısı sonucu dağlarda kalan, hiç bir ülkenin sahip çıkmadığı Talabani ve Barzani’yi koruma altına alarak Kırmızı pasaport verenler Doğu Türkistanlı soydaşlarımıza ise sahip çıkmadılar.

Çin`in Bush yönetiminin çabaları ve baskıları sonucunda serbest bırakılması sonrası ABD`ye getirilen Uygur İnsan Hakları Ve Demokrasi Hareketi’nin lideri Rabiya Kadir Türkiye’yi ziyaret etmek isteyince bugünkü yöneticilerimiz de vize vermediler.

Radikal gazetesinin haberine gore, “ Ah, Türkiye'yi o kadar görmek istiyorum ki! Biliyor musunuz, bütün Doğu Türkistanlı Türklerin gönlündeki kutsal ülke Türkiye'mizdir. Maalesef, hiçbir Türk dışişleri yetkilisi veya sivil toplum kuruluşu üyesi bugüne kadar beni aramadı. Eğer beni TBMM veya bir sivil toplum kuruluşu davet ederse, seve seve gelirim ” diyen Rabia Kadir aynı zamanda Atatürk hayranı.

“ Mustafa Kemal Atatürk'ün adını küçük yaşlarımda annem ve babam kulağıma fısıldamıştı. Atatürk'ün büyüklüğünü gençlik yıllarımda öğrendim. Ankara'daki Anıtkabir'e giderek, uzaktaki Doğu Türkistan halkının sesini yazmak isterim. Atatürk, Türk dünyasına büyük ilgi duyar ve önem verirdi. Yazık ki, Atatürk'ün bu mirasına fazla sahip çıkılmıyor " diyen Rabia Kadir’in, Türkiye’de yapılacak National Endowment for Demokrasi, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı ve Helsinki Yurttaşlar Örgütü`nün İstanbul`da düzenleyeceği “ 4. Dünya Demokrasi Hareketi” kongresine katılmak amacıyla yaptığı vize başvurusu geri çevrilmiş.

Yıllardır demeçlerinde Türkiye`nin demokratik gelişiminden övgüyle söz etmesiyle tanınan Rabia Kadir, kendisine geçit vermeyen ülkenin Türkiye olmasından ötürü son derece üzüntü duyduğunu, dünyaya Çin yönetiminin Uygurlara uyguladığı baskı politikalarını anlatan bir kişi olarak Türk devletinin tavrına anlam veremediğini de söylüyor.
Washington’da kurulan sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti ile ilgili ne düşündüğüme gelince; Washington’da sürgünde Doğu Türkistan Hükümeti ilan edildi. Bu hükümetin kuruluş zamanı beni düşündürmektedir. Bildiğimiz gibi dünyada 40 civarında Doğu Türkistan teşkilatı bulunmaktaydı. Çok uzun bir uğraş sonucunda Haziran 2004’te bütün teşkilatın çatı örgütü olan Dünya Uygur Kurultayı Almanya’nın Münih şehrinde kuruldu. Bu kurultay kurulduktan 3 ay sonra hükümetin kuruluşu pek çok Uygur Türkü’nü düşündürmektedir. Çok uğraş neticesinde gerçekleştirdikleri birlik ve beraberliği bozduğuna inanmaktadır.

Bizler için en acısına gelince; Ne yazık ki, kardeş Türk medyasında çok az yer verilmekte. Ben bir Doğu Türkistanlı olarak Türk medyalarının Doğu Türkistan meselesine daha fazla yer vermesini ve Ankara’nın en azından Doğu Türkistanlıların insan haklarına uluslararası platformda sahip çıkmasını umut ediyorum..."


KOMÜNİST ÇİN'İN KATLİAMLARI DURMUYOR !
Beşinci Bölüm
Doğu Türkistan’da “ibadet hürriyeti” istedikleri gerekçesiyle binlerce Müslüman’ın katledildiği Nisan 1990 Barın Ayaklanması’nın ardından 22 Haziran 1990’da yayınlanan resmi bildiri de dinsizlik teşvik edilerek şunlar söylenmiştir:
“ Gerçek bir Komünist asla dine inanmaz... Tüm komünistlerin; Parti’ye, Sosyalizm’e ve Marksizm’e karşı gelmek için, bölücülerin “dini kullanma” faaliyetlerine karşı her zaman uyanık olmaları gerekir... Dindar olan veya dini faaliyetlere katılan bir komünist; Marksizm-Leninizm ve Mao-Zedung düşüncesinden sapmış demektir...”
Hür Asya Radyosu 15 Şubat 2008 tarihli yayınında da, 4 Şubat günü Doğu Türkistan’ın başkenti ÜRÜMÇİ ’de Doğu Türkistan’lı direnişçi güçlerle Çin polisi arasında çıkan çatışmada 18 Doğu Türkistan’lının şehit olduğunu duyurdu.
Çin hükümeti katliamı Hong Kong’da yayınlanan “Yıldızlı Ada” adlı gazetede yayınlanana kadar Doğu Türkistan dahil olmak üzere tüm dünyadan sakladığı da ortaya çıktı.

Daha önce Kosova’da şimdi de Doğu Türkistan’da yapılan bu katliamları-cinayetleri duyduğumuzda gözlerimiz hani şu uyduruk Dünya İnsan Hakları savunucusu olduklarını söyleyen şarlatanları aradı ve kulaklarımızda tepkilerini duymak istedi ama hiç sesleri çıkmadı.

D. TÜRKİSTAN TÜRK’ Ü MUTLAKA
İSTİKLALİNE KAVUŞACAKTIR
Çinliler'in, Türk komünistlerini yani vatan hainlerini kullanarak, ister siyasi bakımdan olsun, ister maddi ve manevi bakımdan olsun, Doğu Türkistan'da yürüttüğü bütün eylemleri, bazen sinsi, bazen açık olarak, Doğu Türkistan Türklüğü'nü top yekun yok etmeye yöneliktir.

Bu yüzden Doğu Türkistan Türkleri'nin Çinliler'e karşı duyduğu kin ve nefret sonsuzdur. Bu kin ve nefretlerin 250 yıllık birikimini, patlamaya hazır bir bomba gibi Kalbinde taşıyan Doğu Türkistan Türkleri, istiklal ve özgürlüğünü elde edene kadar geçmişte olduğu gibi yine birçok isyanları ve olası acımasız kanlı katliamları göze alacaktır.


Derleyen Hulusi Şenel
Doğu Türkistan Yalnız Değil!

***Doğu Türkistan Türkiye’nin NAMUSUDUR !!!***
Dünya sağır, Amerika kör, Avrupa duyarsız…
Orta Asya’nın emaneti, çekik gözlüm, şimdi mazlum.
Haykıracak kimseler yok, sokaklar eğlence mekanlarına kilitlenmiş ve Türkiye’ye uzaktan gelen kan kokusu midemizi bulandırmıyor.

Utanmıyoruz, arlanmıyoruz ve hayasızca duymadan, isyan etmeden seyrediyoruz.

Doğu Türkistan’da akıtılan kan ayaklarınızı kirletmiyor mu?

Bu kan içinizi eritmiyor mu?

Allah aşkına... Muhammed aşkına...Aynaya bakın tek tek, yok edilen sana, bana benziyor...

Gökbayrak'ın mavi rengini al kanları ile sulayanlar bizim bayrağımıza benzetiyorlar maviyi...Bir el verin onlara, bir dua.

Ama nafile onlar bizim bayrağa benzetseler bile kanları ile ne önemi var ki?

O Gökbayrak’ın kendi ırkından gelen insanların yaşadığı Türkiye topraklarında taşınması bile yasak.

Çin politikalarını bize bile yutturmuş, bizi bile ikna edip kardeşlerimizi terörist sınıfına koydurmuş.

İnadına yarın Albayrak’ın yanına birde Gökbayrak alacağım arabama, evime koyacağım. Soranlara bu benim anavatanım, yadigarım diye tanıtacağım, birde utanmadan biz onlara sahip çıkamadık diyeceğim.

Bu bayrağı biz yasak etti diye…Sonra'da aldığım her üründe Çin'i protesto edeceğim. Çin mallarını asla almayacağım.

Çin kinini, nefretini kolluk kuvvetleri aracılığı ile kusuyor, bu yetmezmiş gibi birde vatandaşlarını ellerinde demir sopalarla sokaklara döküp öyle öldürtüyor kardeşlerimizi.

İçim kan ağlıyor.

Ağlasa ne fayda.

Kim duyacak, kim gidip Çin Büyükelçisine durdurun bu vahşeti yoksa…

Zor be çekik gözlüm zor.

Sen bize Orta Asya’nın emanetisin ya biz ne kadar sahibiz sana?...

Yarım asıra yakın zamandır kustuğun kanı görmedik. Bazen Filistin’i, Afganistan’ı duyduk, ses verdik omuz verdik onlara da seni hiçe saydık.

Sahip çıkmadık kısacası sana, seni öldürenleri lanetlemedik gür bir sesle. Filistin davamız dedik, Müslümanlar ölmesin dedik de...

Senin Müslüman olduğunu unuttuk hep. Unuttuk da ne oldu?

Hatırladıklarımızda da başına dert açmadık mı?

Resmi politikalarımız Çin’in elini güçlendiren türden olmadı mı? Biz bile seni Çin’in terörist görmesine yardımcı olmadık mı?

Bugün bini aştı ölü sayısı... Sende bilmiyorsun bende hatırlamıyorum ama 32 yıldır kaç şehit verdin? Kaç ana yüreğine taş bastı da cesedini ağlamadan götürüp gömdü.

Ben bilmem bunu belki sende unutmuşsundur. Çünkü acılar taze eskisini hatırlayacak kadar zaman tanımıyorlar size.

Öldürün öldürün sesleri ile sokaklarınız cesetlerle dolduruyorlar yine. Yeniden...

Bu kez sokaklarda cansız bedenlerinize sahipleriniz bile ulaşamıyor.

Onlara ölü demeyin, ben diyorsamda bakmayın cahilliğimdendir.

Onlar Doğu Türkistan’ın kurtuluşu, bağımsızlık yolundaki dik duruşu. Onlar ki Gökbayrak’a renk vermek için bedenlerini teslim eden namus bekçileri.

Bilmezler ki o sokaklarda yatan her beden bir damla kan verdi Gökbayrak’a.

Ah Doğu Türkistan…

Orta Asya’nın bize emaneti.

Çekik gözlüm...

Urumçi sokaklarında ruhsuz bedenin yatıyor ya, ben de hayasızca seyretmeye devam ediyorum.

Soyumu soysuzlaştırmak için zorla fuhuşa teşvik edilen kızlarımıza sahip çıkmıyorum.

Ah ben bu emaneti nasıl koruyamadım da demiyorum artık.

Doğu Türkistan bile diyemiyorum cesaret edip.

Gökbayrak’ın yasak olması beni korkutuyor.

Ve ben zorla kürtaja götürülen emanetin karnından deşilerek alınan ve öldürülen o çocukları bilmiyorum artık.

Bilmiyorum çünkü ben senin Müslüman ve Türk kardeşim olduğunu unuttum.

Öldürülen ve soysuzlaştırılan bendim o kürtajda.

Unuttum ya benden soracaklar seni, yarın bilmiyorum da derim ben. Çin’in Sincan denilen bölgesi diye umarsızca konuşurum.

Varsın biz böyle diyelim, varsın biz senin esaretini seyredelim.

Çekik gözlüm, Orta Asya’nın bize son emaneti…

Bu kez ok yaydan çıktı. Tüm sağır dünyaya inat, vefasız bize kendini ispat edercesine sokaklardaki kadınlar mücadelesini veriyor.

Namusunu koruyor. Ve dökülen kanlarınız bu kez bağımsızlık diyor.

Sen namusunu korudun korumasına ya, biz sana ne kadar sahip çıktık?

Gökbayrak'ını bile serbest edemeyecek kadar bizde emanet kaldın!

Ayhan Kıskaç

SAHİPSİZ VATAN DOĞU TÜRKİSTAN





Bugün Doğu Türkistan`da yaşayan Müslüman Türkler; Gazze’ de, Çeçenya’ da, Bosna’ da, Bağdat’ ta, Kerkük’ de, Afganistan’ da küresel zalimler tarafından amansızca ve acımasızca uygulanan zulmün tekrarını ve bir benzerini yaşamaktadırlar. Lakin kızıl Çin yönetiminin tüm haberleşme ve iletişim imkânlarını engellemesi sebebiyle yaşanan vahşetin çoğundan haberimiz olmadığı için, maalesef Doğu Türkistan gerçeği yeterince gündemde yer alamıyor. Gündemde yer alamadığı için de millet olarak yeterli refleksimiz olamıyor.

Londra’ da yapılan uluslar arası bir seminerde Açe Sumatra Lideri Tunku Hasan, İslam dünyasının yarıdan fazla bir kısmının uzak doğuda bulunduğunu söylemişti. Uzak doğuda nüfusun kalabalık olduğunu çok sayıda da Müslümanın yaşadığını bilmekteydik ama bütün bunlar gündemimizde yoktu. Çünkü gündemimizi uluslar arası haberleşme örgütleri belirliyordu ve bu güdümlü ve küresel zalimlerin emrindeki haber kanallarının gösterdiği kadarı ile görebildiklerimiz de sınırlıydı.

Onların gözlüğü ne renk gösteriyorsa, biz de yaşananları o renkle görüyoruz, zira Doğu Türkistan’ da gerçekte binlerle ifade edilen şehit sayımız, basın tarafından hâlâ 100–200 gibi sayılarla saklanmak isteniyor. Çin askerleri ve zorbaları ekranlarda çok masum ve sevimli olarak lanse edilirken, zulme başkaldıran Müslüman Türkler ayrılıkçı ve suçlu ilan ediliyor. Televizyon kanalları çevire çevire burnu kanayan iki Çinli kadını göstererek, Türklere yapılan zulüm ve vahşete âdeta haklılık arıyorlar. Kafalarından kurşunlanarak şehit edilen sokak aralarında ve meydanlarda cansız yatan parçalanmış Müslüman bedenleri kimsenin umurunda değil.

Asr-ı Saadetten beri 1200 senedir İslam beldesi olan Doğu Türkistan’ da Müslüman Türkler, yaklaşık 250 yıldır Çin egemenliği altında yaşamaktalar. Öyle ki islamın başlangıç devrinde dünyada inşa edilen ilk camilerden biri de buradadır. Çinliler, işgal ve sömürge mantığıyla, bir İslam toprağı olan Doğu Türkistan`a "kazanılmış topraklar" anlamına gelen "Sincang" adını koydular ve burayı kendi toprakları olarak tanımladılar.

1949’ da Komünist Çin tarafından işgal edilişinden ve 1960 kültür devriminden bu yana Uygurların Hacca gitmeleri, namaz kılmaları ve oruç tutmaları engellendi. Uygur halkı asimile edilmeye İslami kimliklerinden koparılmaya, Allah`ın ayeti olan kavmi kimlik, anadil ve kültürleri baskı ve işkencelerle yok edilmeye çalışıldı. Çin Hükümetinin yaptığı bütün nükleer denemeler Uygur bölgesinde yapıldı, bu sebeple kanserden ölümler yaygınlaştı.

Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden insanların fiziksel olarak imha edilmesine yöneldi. Katledilen insan sayısı korkunç boyutlara ulaştı. 35 milyon kişi bu gün yaşanan son olaylarda olduğu gibi değişik tezgâhlar ve senaryolarla ya Çin ordusu tarafından katledildi ya da rejimin doğurduğu kıtlık sebebi ile ölüme terk edildi.

O zamanki Çin yönetimi, 1949 yılından itibaren bir yandan Müslümanları imha ederken diğer yandan da bölgeye sistemli bir biçimde Çinli göçmen yerleştirdi.

Ayrıca Çin yönetimi, yapılan genel nüfus sayımlarında yaşayan azınlıkları özellikle de Müslüman Türk nüfusunu istatistiksel olarak ilan etmemekte, yapacağı katliamlar ve yok etme faaliyetleri için, Müslüman Türk varlığı sinsice ve resmen saklanmaktadır.

Günümüzde Uygurlar, köylerde oturmaya zorlanırken Çinliler şehirlere yerleştirilmektedir. Bu sebeple bazı şehirlerde Çinli nüfus yüzdesi 80`lere çıkmaktadır. Hedef, şehirlerde Çinlileri çoğunluk haline getirmektir. Çin Hükümeti`nin Doğu Türkistanlıları Çinlilerle evlendirmek için uyguladığı yöntemler ise bu asimilasyon çalışmalarının bir parçasıdır.

Gençler sebepsiz yere tutuklanmakta, rejime karşı oldukları iddiası ile idama mahkûm edilerek kurşuna dizilmekte, Müslümanların ibadetlerini topluca yapmaları engellenmekte, kazançları acımasız vergilerle ellerinden alınmakta, halk açlık tehlikesiyle ölümün eşiğinde yaşamakta, yakın topraklarda yapılan nükleer denemelerle ölümcül hastalıklara yakalanmakta, yüzlerce çocuk sakat olarak dünyaya gelmektedir.

Yapılan baskı ve zulmün hangi birini yazalım...Göstermelik olarak açık tutulan Camilere sadece yaşlıların girmesine izin verilmekte, doğum yasağı uygulanmakta ve birçok kadın kürtaja zorlanmakta veya öldürülerek, Uygur nüfusunun azalması ve neslin yok edilmesi isteniyor. Doğu Türkistanlı Müslümanlar, Çin hapishanelerinde yıllarca sorgusuzca tutulmuş, akla ve hayale gelmeyecek işkenceler görmüş, çoğu da idam edilmiştir. Bugüne kadar aralıksız devam eden işkence, katliam ve idamlarda öldürülen Uygurların sayısının şu anki Uygur nüfusuna eş olduğu söylenmektedir.

Dünya`daki diğer devletler ve uluslar arası kuruluşlar ise, hem Çin`le olan ekonomik ilişkilerini bozmamak için, hem de tehdit olarak algıladıkları Müslümanları baskı altında tutma politikaları gereğince bu büyük vahşeti seyretmekle yetiniyorlar. Uygurların tek isteği ise, kendi topraklarında insanca, Müslüman`ca, özgürce, kavmi kimliklerini, dillerini, kültürlerini ve İslami kimliklerini koruyarak yaşamak istiyorlar.

Bosna, Filistin, Afganistan, Çeçenistan ve Irak`ta Müslüman halklara yaşatılan soykırımlar, katliamlar, vahşet boyutlarındaki zulümler ve tam anlamıyla insanlık suçları, on yıllardır Doğu Türkistan`da Müslüman Uygurlara yaşatılıyor. Bu büyük zulümleri her zamanki gibi tüm dünya devletleri ve tüm uluslar arası kuruluşlar utanmadan seyrediyorlar. Dünya sanki fikir birliği etmişçesine bu vahşete kör ve sağır durarak, tepkisiz kalıyor ve dolaylı olarak Çin mezalimine destek ve soykırıma ortak oluyor.

Doğu Türkistan kıyamı, esarete karşı hürriyeti savunanların, mahkûmiyete karşı istiklal mücadelesi verenlerin, imanı için ölmeyi bilen mustazafların, zulme başkaldıranların tüm insanlığa yönelttikleri asil bir çağrıdır.

Bu güne kadar pek çok lideri ve sancaktarı değişik suikastlarla öldürülmüş ve sehpalarda katledilmiş olsa da, sancağa sahip çıkan imanlı gençler bu sahipsiz topraklarda hâlâ her şeye rağmen var oldular ve her zaman da var olacaklardır.

Ama bu gün, bu coğrafya, kaderiyle baş başa bırakılmakta, Kızıl Çin`in zulmüne terkedilmektedir. Bu açıdan bu kıyam tüm insanlığa bir ikaz mahiyetindedir. Ümidimiz bu çağrının bir an önce cevabını bulması ve Doğu Türkistan`ın esaretten kurtulmasıdır.

Doğu Türkistan’ın bağımsızlık davasının sonuna kadar yanındayız ve bölgede yaşananlar sebebiyle oradaki din kardeşlerimizin ve kan kardeşlerimizin acısını yürekten paylaşıyoruz. Bu şanlı mücadelede şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor ve yaralı kardeşlerimize geçmiş olsun diyoruz.

Gazi Hüseyin KILBAŞ